6 Mayıs 2014 Salı

Hiçliğin kıskacında... Stefan Zweig - Satranç


Türk okuyucusu olarak kalın ve hacimli kitaplardan uzak durmaya çalıştığımız ya da hiç değilse bile çekindiğimiz bir gerçek. Türk gibi başla İngiliz gibi bitir sözünün hakkını verircesine uzun süren meşgalelerden kaçan, çabuk sıkılan insanlarız. Sefiller ya da Savaş ve Barış gibi klasiklerin dahi ülkemizde en çok okunan baskılarının orijinal eserin en az %30 oranında damıtılmış kopyaları olduğunu düşünürsek uzun okuma süreçlerine ne şekilde baktığımızı daha iyi görmüş oluruz.

Birçok klasik eser Türk okuyucusu için korkutucu derecede sayfaca kalabalık olsa da her iyi kitap yarım kilo ağırlığında olmak zorunda değil tabi ki. Edebiyat denizinin dalgalarını oluşturan betimleme ve yoğun imgelemde saklı olsa da bu denizin hırçın ve tatlı yüzü anlatım-anlaşılabilirlik gücü ve duruluğudur. Şimdi de elimizde bu söylediklerimizi doğrularcasına hırçın ve tatlı bakışlar atan bir kitap var: Stefan Zweig - Satranç.

61 yıllık ömrü boyunca iki dünya savaşı, yıkılan imparatorluklar ve katliamlar gören, şiirden biyografiye, sahne eserlerinden de öyküye kadar geniş bir çerçevede edebi eserler vermiş bir 20. yy. entelektüeli: Stefan Zweig.
Avusturya'da başlayıp Yahudi kökeni nedeniyle gestaponun avucuna düşme tehlikesine karşı İngiltere'ye kaçma ve oradan da Rio'ya kadar uzanan bir yaşam öyküsü...

Balzac, Dickens ve Montaigne gibi isimler için yazdığı biyografilerle edebiyat dünyasında ayrı bir yer edinen Zweig ülkemizde daha çok Amok Koşucusu, Acımak ve yazımızın başlıca sebebi olan Satranç ile tanınıyor.

New York'tan Buenos Aires'e doğru seyreden bir gemide her şeyiyle gizemli ve tuhaf bir adamın dünya satranç şampiyonunu yendiği bir satranç partisi ile başlayıp bitiyor desem doğru olur Satranç için. Elimizde tuttuğumuz eser anı ya da olayı anlatmaktan ziyade bir kişinin psikolojik evrimini ele alıyor zira.

Müsabaka sonrası Dr. B. ismindeki bu gizemli şahısın satrancı ne şartlar altında böylesine ustaca öğrendiğini kendi ağzından gayet samimi ve çarpıcı bir anlatımla öğrenmeye başlıyoruz. 2. Dünya Savaşı yıllarında Nazilerin oluşturdukları farklı bir sorgu ve mahkumiyet sistemine takılmıştır Dr. B. . Birkaç mobilya dışında her şeyden arındırılmış, zaman mefhumunu yok eden bir odada günler geçtikçe duvar kağıdındaki desenler dahi ezberleyecek bir ruh haline ve en tehlikelisi de zihinsel boşluğa itilir. Zaman geçtikçe boşluğun yerini hiçliğe ve psikolojik çöküntüye bırakması küçük bir mucize ile değişir gibi olsa da beyin daima yeniyi ve farklıyı arzulayacağı için sonsuz bir sarmalın içinde tıkılıp kalmayı kaldıramaz Dr. B.'nin entelektüel beyni.

Basit bir satranç müsabakası öyküsünden çok öte bir eser var karşımızda. Zweig çok geniş psikoloji birikimini eserine bütünüyle yansıtmayı başarmış. Dr. B'nin içine düştüğü psikolojik çöküntü ve entelektüel ölüm sayfalara tam anlamıyla sirayet etmiş. Yaklaşık olarak 70 sayfa olan eserde böylesine derinlikli psikolojik analizlerin anlatımın akıcılığına uyum sağlamış olması ciddi anlamda şaşırtıcı ve hayranlık uyandırıcı. Satranç bir an bile yavaşlamadığı gibi sığ sulara da asla ve asla yaklaşmayan bir eser.

Nazi baskısı, SS ve Gestapo'nun Alman entelektüelleri üzerinde nasıl bir yıkım ve baskı yarattığını apaçık gösteriyor Zweig. Dönemin önemli isimlerinden Jean Amery'nin dediği gibi Naziler ve toplama kampları birer "entelektüel ölüm"dür dönemin aydınları için.

İş Bankası Yayınları baskısıyla okuduğum eser söz konusu yayınevinin alışılageldik incelikli çalışmasının bir örneği. Ahmet Cemal'in akıcı ve tam anlamıyla "Türkçeleşmiş" tercümesi de eserin öz yapısını bozmadan dilimize taşımış. Sonuç olarak Satranç İstanbul içi bir toplu taşıma yolculuğu sırasında dahi başlanıp bitirilebilecek kadar kısa ancak hiç de öyle "çerezlik" olmayan bir eser.