2 Şubat 2014 Pazar
Woody Allen kokan bir film: Blue Jasmine (Mavi Yasemin)
Sıkı bir takipçisi olmasak bile film çekmeyi asla bırakmamasından ve her daim kendine özgü filmleriyle var olduğunu bilmekten hoşlandığımız bir isim; Woody Allen. Dile kolay 1974 yılından bu yana Woody Allen filmi izlemeden geçen bir yıl dahi yok. Gişeye oynamaktan ziyade sevdiği ve sevildiği şekilde filmler yapmaktan hoşlanmasından olsa gerek son yıllarda film bütçesi yaratmakta büyük sıkıntılar çekmişti Woody Allen. Roma, Paris ve Barselona şehirlerine adanmış -turistik amaçlı reklam kokan- seyyah gibi gezmesine yol açan filmleri de maddi sebeplerden çektiğini söylemek gerek. Midnight in Paris'in gişe başarısı elini rahatlatmış olacak ki tam da kendi dokunuşlarını taşıyan bir filme geri döndü Woody Allen; Blue Jasmine (Mavi Yasemin)
Mavi Yasemin ile birlikte daha önceleri Diane Keaton ve Mia Farrow'un büyük başarı ile temsil ettiği "Woody Allen'ın nevrotik kadınları" etiketini Cate Blanchett devralmışa benziyor! Kendisine jet set bir hayat yaşatan eşi Hal dolandırıcılık suçundan hapse girip de elinde sadece Avrupa'dan alınma markalı kıyafetleri ve Louis Vuitton valiziyle kalan Jasmine'in kan bağı olmayan kardeşi Ginger'ın yanına San Francisco'ya taşınmasıyla başlıyor film. Jasmine tam bir kültür ve sınıf farkı şokunun içinde çıkıyor karşımıza, başlangıçtan beri her şeyden haberi olmasına rağmen sırf elde ettiği lüks yaşam ve statü için gözlerini diğer tarafa çeviren Jasmine kocasının kendisini terk etme kararı ile bir anda gözlerini açıyor ve kocasını ihbar ediyor.
Daha en başta derdini belli ediyor Woody Allen, özellikle Amerikan toplumunun ne denli bir ahlaki ve sosyal çöküntü içinde olduğunu gösteren tespitler yer yer arka planda bile olsa gözümüzün önüne seriliyor. Sözde hiçbir şeyden haberi yokmuş gibi davranan "ben de kandırıldım" diyen Jasmine, kendisini yukarı tabakaya çıkaracak bir adamı bulduğunda "lümpen" ama kendisine aşık Chili'ye tekmeyi basan Ginger ve girdikleri rüyadan uyandıklarında feryadı koyveren diğerleri...
İnsanın kendisine kurduğu sahte gerçeklikten uyanmak zorunda kalıp gerçeğe dönmesinin ne denli zor bir deneyim olduğunu gözlemliyoruz Jasmine'in öfke nöbetleri geçiren nevrotik kişiliğinde. Önceleri Chanel, Dior ve Louis Vuitton ile teselli ettiği sahte kişiliğini her şey gittikten sonra Martini şişelerinde ve anti depresanlarda avutuyor.
Tipik Woody Allen işçiliği "hafif ve tatlı bir romantik komedi" şeklinde başlayan film git gide psikolojik dramanın karanlık dehlizlerine girmeye başlıyor. Başlangıçta hiç bir şeyden haberi olmayan izleyici belli bir düzeni olmayan ama gayet net işleyen flashbacklerle hikayenin tamamen içine çekiliyor. Gitgide Jasmine'in hastalıklı derecede statü bağımlısı, takıntılı kişiliğinin gözler önüne serilmesini izliyoruz.
Woody Allen alt metinleri de doldurmadan edememiş her zamanki gibi. Cate Blanchett gibi güçlü bir oyuncuyu her zaman bulamayacağının farkında olan büyük usta kadınları ve kadınlık problemlerini de filmin arka planına çok güzel oturtmuş. Eyalet değiştiren eski koca, tüm rezilliği karısına bırakıp intihar eden Hal, kaçıp giden üvey oğul ve diğerleri, erkekler daima zordan kaçıp tüm yükü kadınlara bırakan -gerçek dünyaya da yabancı olmayan biçimde- karakterler Mavi Yasemin'de. 2008 yılında tüm dünyada deprem yaratan dolandırıcılık ve finans krizinin izlerini de görmek mümkün açıkça dillendirilmese de...
Jasmine'in eskiyi yani statüsünü arar bir halde başlayan San Francisco macerası her geçen biraz daha eskiyen, tükenen ve asla yenilenmeyecek olan marka kıyafetleri gibi tükenişe doğru sürüklüyor kendisini. Filmin sonunda Jasmine'in içine düştüğü kriz ve hayattan pek bir beklentisi olmadan daha mutlu olacağını bir kez daha anlayan Ginger'ın birbirine zıt görüntüleri eşliğinde finale ulaşıyoruz...
Woody Allen, Cate Blanchett gibi bir oyuncuyu projesine oynamaya ikna ettiğinde kendisini atom bombasına sahip bir ülke gibi hissettiğini söylüyor bir röportajında. Şüphesiz ki bu atom bombasını "dünya barışı" adına kullanmayı çok iyi başarmış Woody Allen. Çok önemli rollere büyük bir başarı ile hayat veren Cate Blanchett Jasmine rolüyle birkaç seviye birden atlamış adeta. Bazıları tarafından abartılı bulunsa da Jasmine'in arızalı hallerini yaşar gibi yansıtmış Blanchett. 2005'de En İyi Yardımcı oyuncu dalında aldığı Oscar heykelciğini bu yıl En İyi Kadın Oyuncu olarak kucaklaması işten bile değil!
47. sanat yılında 48. filmi ile karşımıza çıkan büyük usta enerjisinden ve isteğinden hiçbir şey kaybetmediğini göstermekle kalmayıp kariyerinin en iyileri arasına girecek bir iş çıkarmış Blue Jasmine'de. Kendini ararken kaybolan Jasmine herkesin kendinden bir şeyler bulacağı özel bir karakter. Son olarak daha önce önemli rollerde göremediğimiz Sally Hawkins'in de Ginger rolüyle beğeni ve sempatimi kazandığını eklemeliyim. Geriye kalan tek söz; iyi ki filmler çekmeye devam ediyorsun büyük usta!
Kaydol:
Kayıt Yorumları (Atom)
Engin sinema bilginle süslenmişiş çok güzel bir yazı olmuş.İlk işim bu filmi izlemek olacak.Sevgili Galadriel'i zaten çok ama çok severim.Hayranı olduğum nadide Amerikalı aktrislwrden biri.:)
YanıtlaSilArada bloguma uğrayıp yazılarımı değerlendirirsen sevinirim kardeşim :)
Blog dünyasına döndüğün için sevindim ;)
Görüşüruz