12 Şubat 2014 Çarşamba

En İyi Yabancı Film Oscar'ının Favorisi: Jagten (Onur Savaşı)


1998 yılında gösterime giren Şölen (Festen) ile hepimize şaşkına uğratmış bir isim: Thomas Vinterberg. Bir doğum günü kutlaması için bir araya gelen aile bireylerinin   aile sırlarını birer birer ifşa etmeye başlamasıyla işlerin kontrolden çıkışını ustaca kurgalayan Şölen Thomas Vinterberg'i bir anda gündeme oturtmuştu. Thomas Vinterberg 1996 yılında yaşadığı bu büyük başarının bir daha yanına yanaşamamıştı, ta ki şu an karşımızda olan Onur Savaşı'na (Jagten) kadar.

Kahramanımız, İsveç'in o bildik muhteşem doğası içinde, kendi halinde bir kasabada yaşayan Lucas. Görev yaptığı okul kapandıktan sonra bir kreşte çocuk bakıcılığı yapmaya başlayan Lucas eşinden ayrılmış ve ergenlik çağındaki oğluyla güç bela görüşebilir bir haldedir. Bakıcılığını üstlendiği çocuklardan, en yakın arkadaşının kızı Klara o yaştaki çocuklarda sık rastlanan başka başka imgeleri bir araya getirip olmadık şeyleri gerçek kabul etme eğiliminin sonucu olarak Lucas'ı kendisine cinsel tacizde bulunmakla suçlayınca her şey altüst olur.

Klara'nın söyledikleri o kadar mesnetsiz ve saçmadır ki Lucas ilk başlarda kendini savunma ihtiyacı bile hissetmez, insanlar hayal gücü geniş bir çocuk yerine yetişkin bir bireyi ciddiye alacaklardır ona göre! Beklediğinin aksine herşey tam tersi yönde gelişir ve en yakını bildikleri Lucas'ın suçlu olduğunu düşünür. Ortaçağ karanlığında olduğu gibi hiç kimse derinlemesine düşünmeye ihtiyaç bile duymamıştır ve cadı avı başlar.

Lucas her ne olursa olsun suçludur ve tertemiz olan toplumun korunması adına aforoz edilmeli, hayatı cehenneme çevrilmelidir artık! Bundan sonra karşımıza hızla psikolojisi bozulan bir Lucas çıkar, insanlara olan güvenini yitirmiş, aşağılanmanın bin türlüsünü görmüş en kötüsü de derdini anlatamamanın verdiği ızdırabın içinde...

Jagten öylesine sinir bozucu karakterler içeren bir film ki izlerken sakin kalabilmek mümkün değil. Yönetmen yarattığı bu karakterlerle izleyicinin sinirleriyle oynamayı başarmış diyeceğim ama bunların yönetmen elinden çıkma gerçek üstü karakterler olmadığını vurgulamak gerek, ne yazık ki dünyanın gerçeği bunlar...

Vinterberg sakin bir doğa içinde, fazla bir hareketlenmeye gitmeden ağır bir anlatım ile öyle bir çekicilik sunuyor ki hayran olmamak elde değil. Benzer bir konuyu işleyen Şüphe'de (Doubt) adı gibi bir şüphe unsuru vardı ancak Jagten'de neyin ne olduğunu, kimin suçlu kimin masum olduğunu en baştan biliyoruz. Vinterberg klasik bir sürpriz son ya da akıcı bir olaylar yığını filmi yapmaktan ziyade izleyiciyi sorgulama empati yapmaya itecek bir anlatım tutturmuş. Ben olsam ne yapardım sorusu sormadan filmi izleyecek bir seyirci düşünemiyorum.

Kuzeyli kötü adam rollerinin ünlü ismi Mads Mikkelsen Lucas rolünü yaşayarak oynamış adeta. Karakterin yaşadığı hayal kırıklıkları ve çöküntüler Mikkelsen'in yüzünde abartısız ve gerçekçi bir hal almış, son yıllarda gördüğüm en iyi aktör performansları listesi yapmış olsam ilk 10'a kesin girerdi Lucas rolüyle Mikkelsen. Cannes jürisi de benzer bir düşüncede olacak ki Mikkelsen'i Altın Palmiye ile ödüllendirmişler.

Sonuç olarak Jagten hiç bir fiziksel ya da metafizik öge göstermeden pastoral bir ortamda izleyiciye soğuk terler döktürüyor. Mads Mikkelsen'in performansı ve psikolojik dramanın en üst mertebesindeki anlatımı da eklediğimizde son yılların en iyi filmlerinden birisi karşımıza çıkmış oluyor.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder